Bactolac’ın Serüveni – Mete Gökçadır Anlatıyor
Fermantasyon, hayatımın her anında benimleydi.
Göçmen bir ailenin çocuğu olunca, yanında taşıdığın kültür kadar, o kültürün gıdalarını da hep beraberinde getiriyorsun. Ve o gıdalar… Fermente edilerek yol arkadaşına dönüşüyor.
Ben küçük yaşlarımdan itibaren çevremde hep Balkan insanlarıyla büyüdüm. (Evet, ailem Balkan göçmeni. 🙂) Sonbahar gelince, arka bahçede kış hazırlıkları başlardı. Birçok gıda fermente edilir, kışın uzun gecelerine saklanırdı.
Benim merakım ise pişirme kısmındaydı. Anneannemi, babaannemi dikkatle izlerdim.
Nasıl mayalı hamur yapılır, süte nasıl maya çalınır, turşuya neden nohut konur, boza nasıl olur da bu kadar lezzetli olur… Hele kuru üzümden şıra yapımını izlemek ayrı bir zevkti.
Ve tabii ki Makedonya’nın meşhur kuru eti…
Hep aklımda şu vardı:
Nasıl olur da bozulmaya meyilli süt, et ya da sebzeler fermantasyonla uzun süre dayanır ve bambaşka bir lezzete dönüşür?
Anneannem hep derdi ki:
“Allah baba yapar bunları…”
Zamanla aile işine katıldım:
Tikveşli Süt ve Süt Ürünleri.
Koca bir fermantasyon fabrikasında artık profesyonel bir “fermente çırak”tım.
Üstelik makine mühendisi de olmuştum ki, fermantasyonu gerçekleştiren makineleri de öğreneyim.
Sonra kalfalık, ardından ustalık geldi.
Artık bu yararlı bakteriler benim meslek dostlarım olmuştu.
Birçok anahtar teslim süt fabrikası kurdum. Hep üretimin en başında yer aldım.
Derken bir gün kendi kendime sordum:
“Neden kendi etkin ve yararlı bakterimi üretmiyorum?”
Hayalim şuydu:
Vücutta etkisini kaybetmeyen, bağırsaklarda mutlu yaşayan, ailesini kurabilen, patojenlerle savaşabilen, güçlü ve faydalı bir probiyotik…
Bu hayalin peşine düştüm.
TÜBİTAK ile uzun soluklu çalışmalar yaptık.
Doğal genetik yapısını bozmadan, dayanıklı probiyotik bakteriler elde ettik.
İşte Bactolac böyle doğdu.
Bir hayal, bir merak, biraz gelenek, bolca bilim ve büyük bir tutku ile…
– Mete Gökçadır
Bactolac Kurucusu